Aşınım ya da diğer adıyla erozyon sözcüğünü, yer kabuğu üzerindeki başta ırmak ve topraklardaki aşınmalar, kopmalar, taşınmalar için kullanıyoruz. Bu doğal olaylar zaman zaman yeryüzünün birçok yöresinde görülebiliyor. Benim bu sözcükle ilgili, sözlük anlamı dışında söyleyebileceğim elbette ki bir şey yok; ancak onun çağrıştırdıkları üstüne düşünebilir, sorgulayabilirim.
Ekonomik ve sosyal sorunların yoğunlaştığı dönemlerde, bedensel ve zihinsel olduğu kadar tinsel ve maddesel kimi değişimler yaşadığımızı yadsıyamayız. Eksilenler, yıprananlar, başkalaşanlar, yitirilenler gibi… Hayatımızdaki bu sıradan ya da köklü değişimleri birer aşınım olarak da görebiliriz. Şöyle ki:
Sosyal ilişkilerimiz aşınabiliyor!
Bireysel ve toplumsal coşkularımızın, sevinçlerimizin azaldığını duyumsayabiliyor, iletişim bağlarımızı zayıflatabiliyoruz. Bu bağlamda, paylaştığımız birçok değerden uzaklaşıyor, insanlarla olan birlikteliklerimiz eksiliyor, giderek yalnızlaşıyoruz.
Duygularımız aşınabiliyor!
Sevinçlerimizin azaldığını, yüzümüze bir hüznün egemen olduğunu, mutluluğumuzun kısıtlandığını izleyebiliyoruz. Nitekim dünya mutluluk sıralamasında giderek daha alt sıralara düşmemize karşın hiç şaşırmıyoruz.
Erdem değerlerimiz aşınabiliyor!
Doğruluk, dürüstlük, güvenirlilik, tutarlılık, yüreklilik, onur gibi kavramlar kişinin çıkarları karşılığında göz ardı edilebiliyor. Bu değerleri savunanlar, ne yazık ki azınlıkta kalabiliyorlar.
Hoşgörülerimiz aşınabiliyor!
Her an patlamaya hazır görünebiliyor, ödün vermekten, bağışlayıcı olmaktan kaçınabiliyoruz. Acımasızlığımız ve çıkarcılığımızla kimi insansal değerlerimizi baskı altında tutabiliyoruz.
Sevgilerimiz aşınabiliyor!
İnsanın var oluşundan bu yana yücelttiğimiz ve uğrunda çok şeyi feda etmekten kaçınmadığımız bu güzel duygu, çoğu kez beklentilerimizin gerçekleşmemesiyle, nedenli ya da nedensiz bir anda yitirilebiliyor.
Aşınıma uğrayan yalnızca doğa olmuyor. Onun birer parçası olan bizler de, bir şekilde bu sürecin içine girebiliyoruz. Öyle ki, bu sözcük üstüne düşünürken, yalnızca olumsuzluklar geliyor aklıma.
Eski Yunan’ın en ünlü tragedya yazarlarından Euripides şöyle diyor:
“Yüreğime bir de akıl verseydi keşke.
Tanrı’nın en güzel armağanı olurdu bu herhalde.”
Ne yalnızca aklımız ne de yüreğimizle gerçeğe ulaşabiliriz; ancak her ikisine dengeli bir şekilde kulak verdiğimizde mutlu olabileceğimizi düşünüyorum.