NATO’nun geleceği ne olacak?
NATO sadece siyasi bir ittifak değil; aynı zamanda 32 ülke ordusunu kapsayan, birbiriyle entegre bir askeri yapılanma. Başka hiçbir ittifak, NATO'nun sahip olduğu seviyede kurumsallaşmış değil. Müttefikler savunma planlarını birlikte oluşturuyor, kuvvet yapılarını birlikte geliştiriyor ve ortak komuta altında eğitim ve tatbikatlar yapıyorlar. NATO'nun komuta yapısı her ne kadar ABD'ye (üsler, lojistik destek ve SACEUR gibi önemli komutanlık pozisyonları açısından) yoğun şekilde bağlı olsa da Avrupa orduları da bu sistem içinde oldukça bütünleşik durumda.
NATO’nun varlığını sürdürebilmesi için yapılabilecek en iyi şey, ittifakı ABD’ye daha az bağımlı hale getirmek. Avrupa ülkeleri ve Kanada, savunma yükünün daha büyük kısmını üstlenerek ve zamanla ABD’ye bağımlı unsurların yerini alabilecek Avrupa merkezli savunma kapasiteleri geliştirerek, ciddi yatırımlar ve siyasi kararlılık ile birlikte bunu başarabilir. Avrupa Komisyonu tarafından başlatılan ReArm Europe – Readiness 2030 girişimi, yaklaşık 800 milyar avroluk bir kaynak yaratarak, Avrupa ülkelerine kendi savunma kapasitelerini artırma ve güçlü bir caydırıcılık oluşturma fırsatı sunuyor.
NATO, üye ülkelerden milli gelirlerinin en az yüzde 2’sini savunmaya harcamalarını talep ediyor. Bu ülkelerden 23’ünün 2024’te bu hedefi tutturacağı öngörülmüştü.
Ekonomilerinin büyüklüğüyle karşılaştırıldığında savunmaları için en çok harcama yapan ülkelerin başında ABD’nin yanı sıra, Rusya ile sınırı olan Polonya ve Baltık devletleri geliyor.
ABD yaklaşık yüzde 3,5 oranında harcama yaparken, Polonya ve Baltık ülkeleri ordularına yüzde 2’den fazla harcama yapıyor.
Avrupalı üye devletler ile Kanada 2023'te savunma harcamalarını yaklaşık yüzde 9 artırdı. 2024'te harcamalarının yüzde 18 daha fazla olması bekleniyordu. Öte yandan Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler 2023 yılında asgari seviyenin altında harcama yaptı.
Mesela Türkiye'nin 2023 yılında savunmaya yönelik harcaması gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) yüzde 1,31 oranındaydı.
ABD Başkanı Donald Trump, ilk görev süresi boyunca NATO'daki Avrupa ülkelerine savunma harcamalarını artırmaları yönünde baskı yapmıştı. ABD'de Kasım 2024'te yapılan başkanlık seçimlerinde yeniden seçilen Trump, seçim kampanyasında da bu argümanı öne çıkarmıştı.
Ukrayna’nın NATO’ya girmesi neden önemliydi ve Rusya neden Ukrayna’nın NATO’ya girmesini istemiyordu ve neden evdeki hesaplar çarşıya uymadı diye soracak olursanız; konu bir Rusya-Batı, Doğu-Batı yahut bir Ukrayna sorunu değil. Konu çok daha küresel anlamda bir uluslararası politik mimarinin ortadan kalkması ve yeni bir mimari arayışın, ne yazık ki belli uygun araçların olmadığı bir dönemde, ‘machtpolitik /güç siyaseti’ denir ya Almanca, bir harbin de içinde olduğu sert bir politik döneme girildiği, bütün idealist yaklaşımların geçerliliğini yitirdiği ve çok kör keskin bir idealizmin dünyaya hakim olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Putin’in iki yıl evvel Dünya Ekonomik Forumu'nda dillendirdiği bir cümle vardı. Şöyle dedi: “Dünya Hobbesiyen bir döneme girdi.” Malum Hobbes'un Toplumsal Sözleşme algısında denilir ki "insan insanın kurdudur." O da bütün ulus devletlerinin birbirlerinin kurdu olduğu, herkesin birbirinin ayağına basabileceği ve bunu engelleyecek uluslararası platformların bulunmadığı yeni bir dönemden bahsetti. Batı’nın belirli bir kapasitesizlik sorunu, kendi içinde yarılmalar yaşadığı doğru. Ancak 1990'dan sonra güç kaybettiği inancında olan hatta onurunun kırıldığını düşünen Rusya'nın da bunu derinleştirmek için elinden geleni yaptığı, kendi ulusal gücünü genişletmek için Batı'daki sorunların üzerine daha fazla gittiğini ve siyaseten arkasına Çin'in ekonomik gücünü aldığını görüyoruz.
İşin garibi, Batı uluslararası siyasal sistemi içinde de yarılmalar gördük Mesela Almanya Merkel döneminde çok farklı bir politika izledi. Almancada; Ospolitik kavramı yani "Doğu politikası" vardır. Soğuk Savaşın en keskin döneminde Willy Brandt dedi ki, "Ben Sovyetler Birliği ile ilişki kurabilirim." Bu inanılmaz bir şeydi çünkü Soğuk Savaş döneminde bir NATO üyesi, hem de yarısı Sovyet işgali altında olan bir ülkenin başbakanı bunu söylemişti. Merkel'in başlattığı politika bir "Neu ost politikası" olarak nitelendirilebilirdi yani bir "yeni doğu politikası". Rusya ile ekonomik ilişkiler kurmak, siyasal sisteminin sorunlarını dillendirmemek, Rusya'daki oligarşik yapıyı eleştirmemek, Rusya'daki insan hakları ihlalleri konusunda ahlaki bir pozisyon takınmamak, sadece Almanya'nın ekonomik çıkarlarına bakmak…
Almanya eski Başkanı Angela Merkel 16 yılda 12 kez Çin’i ziyaret etmişti. Sholz da buna devam etti. 2016’dan beri Almanya’nın en büyük ticaret ortağı, Çin’de 5 bin Alman şirketi var, 300 milyar avroluk ticaret ortaklığı var. Fransa, Sarkozy döneminden başlayarak yeniden De Gaulleyen bir politika oturttu. Bu da "Batı bloku içinde özerklik arayan", yani renasyonalizasyon dediğimiz, daha ulusal politika eksenli bir çıkar politikasını yürütmek yoluna gitti ve mesela Libya müdahalesi buydu.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama bundan sonrası tufan gibi görünüyor. Çünkü ABD yani 2.Trump dönemi kartları yeniden dağıtmak hevesinde… Bekleyip, göreceğiz.