Serbest bırak

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
9 Nisan 2025 Çarşamba

Büyük bir değişim döneminden geçiyoruz. Sadece güzel ülkem değil, tüm dünya büyük bir değişim döneminden geçiyor. Dünya otokratlaşırken kendi köşelerinden neredeyse başlarını bile kaldırmaya tenezzül etmediğini sandığımız Z kuşağı taleplerini dile getirmek üzere son derece barışçıl bir şekilde sokaklara döküldü… Farklı ülkelerde, kendi zamanlamalarında… Meğer Z kuşağı filiz vermek üzere tohumda uygun zamanı beklemekteymiş. 

Bu hafta biz Yahudi camiası toplumda ‘Hamursuz bayramı’ olarak nitelendirilen ve Mısır diyarında köle olan atalarımızın kölelikten çıkışlarını anımsadığımız, kelime olarak ‘geçiş’ anlamına da gelen Pesah Bayramını ifa edeceğiz. Cumartesi akşamı aile sofralarımız ‘hatırlamak için’ kurulacak. Hem geçmişin hikâyeleri ile atalarımızın yaşadıklarını hatırlayacağız hem bugün kendi köleliklerimizi fark edip onlardan arınabilmek için anlatılarımızdan dersler çıkaracağız.

Haliyle bağlantı kurmadan duramıyor insan. Tanrı, Hz. Musa’yı firavuna “Milletimi serbest bırak” demek için görevlendirdikten sonra yaşananları düşünüyorum. Kölelikten çıkış kolay değil. Kölelikten çıkış çetrefilli, zor ve acılı. Zira öncelikle her şeyin ve her insanın sahibi olduğunu düşünen firavun işlerini yapan, şehirlerini kuran, taş taşıyıcı, inşaat ustalarından vaz geçmek istemiyor. Kendi kasaları altın, depoları buğday dolu olsa da Tevrat’ın Sayılar kitabında belirtildiğine göre (sayılmayan Levililer hariç) 603.550 yetişkin erkeğin eşleri, çocukları, hayvanları ile birlikte ülkeyi terk etmesi haliyle birtakım işleri zorluğa düşürecekti. Üstelik “İsrail’in Tanrı’sı firavunun kalbini katılaştırmıştı”. Firavun kendi çıkarlarını gözettiğinden Yahudi halkının Mısır’dan çıkışına izin vermeyecekti. Ancak özgürlük arayışı başlamıştı. Ve Tanrı yılmayacaktı. Firavun Yahudi halkını serbest bırakana kadar ülkede belalar eksik olmayacaktı.

Öte yandan nihayet son belanın ardından Kızıldeniz’in yarılmasıyla firavuna rağmen Mısır diyarından çıkıştan sonra bile özgürlük hemen elde edilemeyecekti. Yahudi halkının özgür bir toplum kurabilmesi için Sina Çölünde 40 yıl boyunca dolaşması gerekecekti. Zira özgürlük sadece otokrat firavundan kurtulmak ile ulaşılabilen bir hal değildi. Özgürlük bütün bunların ötesinde insanın beyninde yaşadığı bir haldi. Özgür bir toplum olabilmek için o toplumu oluşturan bireylerin her birinin kendi beynindeki kalıplaşmış düşüncelerden de arınması gerekiyordu. Birlikte adil ve huzurlu bir varoluşu yaratabilmek için düşünsel ve duygusal olarak da buna hazır olmak gerekiyordu. Paraya, etiketlere, konumlara muhtaç olmadan zaman zaman kuraklıkta, yoklukta, çölde de bile yaşasak şu coşkun ve bereketli dünyada bizlere sunulmuş, adına yaşam denen bu mucizeyi kutlamayı ve kutsamayı öğrenebilmemiz gerekiyordu.

İnsanca yaşamak gerekiyordu diyeceğim ama belki de ‘insanca’ dediğimizde bile bir etiketleme yapıyoruz. 

Şunu demek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Tanzanya’da safarideydim. Serengeti düzlüğünün orta yerinde büyük göçü gözlemlemeye gitmiştik. Gidenler bilir ama gitmemişler için yerim dar, çok kısaca yazmayı deneyeyim. Şöyle düşünün: hiçliğin ortasında bir yerdesiniz, etrafınıza bakıyorsunuz göz alabildiğine bir düzlük… Göçmen hayvanları izliyoruz. Zebraları ve bir de zebra sürülerinin arasına karışmış öküz başlı antilop sürülerini. 15 bin kilometrekareye yayılan bu devasa düzlükte yıl boyu yeşili ve sulak arazileri takip ederek ilerliyorlar. Devasa bir çember boyunca ilerliyorlar. Önümüzdeki kalabalıklar siz uzaklara doğru baktıkça önce siyah noktalara ve ileride sonsuza kadar uzayan bir siyah çizgiye dönüşüyor… Yolda bir süre ilerliyorsunuz bir dış çember daha gözünüze çarpıyor, bir sonsuz sürü daha otluyor şimdi önünüzde… Böyle böyle devam ediyor. Bitmiyorlar. Yüz binlerce zebra ve beraberinde öküz başlı antiloplar… Onlar hep birlikte göç ediyorlar… Zira birbirlerini tamamlıyorlar… Farklı duyularının gelişmiş olmasını kullanarak pusuya yatmış avcılara karşı tetikte olma durumlarını arttıran bir strateji geliştirmişler. Dahası, babunlar gibi diğer avcı hayvanlardan gelen alarm çağrılarına da kulak kabartarak bu dinamik koşullarda farkındalıklarını birliktelikleriyle daha da keskinleştirmişler. 

Bir haftalık epik safari yolculuğumuzda dikkatimi çeken diğer bir birliktelik fillerin, zürafaların ve diğerlerinin yanı başında hazır bekleyen, sırtlarında onlarla dolaşan beyaz balıkçıl kuşları… Balıkçıllar bu devasa hayvanların yanında kalemle çizilmiş net çizgili karikatürlere benziyorlar… Gözlerimi bu resimden alamıyorum. Onlar da birlikte yaşamanın güzelliğini fark etmişler: Balıkçıllar bu büyük hayvanların sırtlarında, enselerinde, kendi erişemedikleri yerlere konan börtü böceği yiyerek hem besleniyor hem onları rahatlatıyor. Bu farkındalığı gözlemleyen şamanlar da bize bu öğretiyi hediye etmiş: 

“Doğada hiçbir şey kendi başına var olmaz. Nehir kendi suyunu içemez, ağaç kendi meyvesini yiyemez. Birbiri için yaşamak, birbirini çoğaltmak doğanın kanunudur.” 

Özgürlük, hak, adalet özünde budur belki de… İnsanın doğadan ayrı olmadığını ve köleliklerimizden kurtulmanın, özgür bir dünyada adaletli bir şekilde yaşayabilmek için doğa kanunlarını ve geçmişin öğretilerini hatırlamak gerek sanırım. Ancak böylece, bir gün gelecek hatırlayacak insan tüm milliyetlerden, tüm dinlerden, tüm etiketlerden önce insan olduğunu. Umuyorum. Çünkü umut hep var… Yaşadığımız sürece umut var. Ve bizler inadına yaşayacağız. İnadına kutlayacak ve kutsayacağız yaşamı. Uzun da sürse, eninde sonunda bir titrek ışık aydınlatacak yüreklerimizi. İnanıyorum. İnanmak istiyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün