Trump'ın Amok koşusu

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
16 Nisan 2025 Çarşamba

II. Dünya Savaşı’nda Fransa ve özgür Avrupa adına Nazi işgaline karşı direnişin sembolü olan ünlü asker, devlet adamı ve siyasetçi Charles de Gaulle bugün yaşasaydı, Donald Trump’ın yaptıkları karşısında, “Gördünüz mü, ABD’ye güvenilmez olduğunu ta 1950’lerden beri söylüyordum ama bana hiç inanmadınız. Şimdi söndürün, söndürebilirseniz yangını” derdi büyük olasılıkla…

De Gaulle, savaşın başında ABD Başkanı Roosevelt’in Nazilere karşı, özgür Avrupa’ya askeri yardım yapma ve savaşa katılma konularında gösterdiği gönülsüzlüğü ve isteksizliği hiçbir zaman unutmayacaktı. ABD ancak, 1941’de Pearl Harbour’da, kendi üslerine Japonlar tarafından yapılan büyük saldırıdan sonra savaşa girmeye karar vermiş, İngiltere ve Fransa ile müttefik olmuş ve savaşın kazanılmasında büyük rol oynamıştı.

De Gaulle, savaştan sonra hep ABD’den bağımsız ve kendi güvenliğini kendisinin sağlayacağı bir Avrupa ulus topluluğu isteğini öne sürmüş ve buna ABD’nin Truva atı olduğuna inandığı İngiltere’yi bile dahil etmek istememişti. 1957’de kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na İngiltere’nin girişini iki kez veto etmiş, İngiltere ancak De Gaulle’ün ölümünden sonra topluluğa girmişti.

De Gaulle, Avrupa’nın özellikle Sovyetler Birliği’ne karşı savunmasında ABD’ye güven duymadığından, yıllar içinde ülkesini dünyanın üçüncü nükleer gücüne sahip olmasını hayata geçirmiş, Sovyetlere karşı ABD yardımından bağımsız bir denge politikası izlemişti.

1959’daki bir konuşmasında şöyle diyecekti:

“Oui, c'est l'Europe, depuis l'Atlantique jusqu'à l'Oural, c'est tout l'Europe, qui décidera du destin du monde. /Evet Avrupa, Atlantik'ten Urallar'a kadar uzanan Avrupa, birleşmiş bir Avrupa, dünyanın kaderini tayin edecektir.”

Ezcümle De Gaulle, ABD’den bağımsız bir Avrupa gücünün temellerini atmak istemiş, Sovyetler Birliği ile de çatışmasızlık anlaşması yapma isteğini göstermişti.

Ama jeopolitik gerçekler ve sürekli değişen siyasi koşullar, ölümünden sonra vasiyetinin tam olarak yerine getirilmesine engel olacaktı.

Bunun yanında, ABD’de savaştan sonra yönetime geçen tüm Cumhuriyetçi veya Demokrat başkanların ne kadar milliyetçi olurlarsa olsunlar, kendi ülkelerini yaratan kıta Avrupa’sına ihanet etmeyip onunla hep ittifak içinde olduklarını da not düşmek gerek.

***

Donald Trump’ın ikinci iktidar döneminin hemen başındaki söylem ve icraatları ise De Gaulle’ün düşüncelerini teyit ediyor. Dost ve düşman ayırımı yapmaksızın herkese çılgınca ekonomik engeller çıkarması ile, De Gaulle’ün kimilerinin paranoyak görüşü diye nitelendirdiği ABD’ye karşı güvenilmezlik düşüncesi, Trump ile gerçeğe dönüşüyor.

Kendi ülkesini kuran kültür ve değerlerin sahibi Avrupa’yı ‘satmaktan’ hiç çekinmiyor, garip bir şekilde Rusya’ya gösterdiği hoşgörünün onda birini bile Avrupa’ya göstermiyor…

Aslında Trump ve izolasyonizm yanlısı arkadaşlarının tüm dünya için uygulamaya koymak istedikleri devasa gümrük vergilerinin ardında bir mantık var.

Küreselleşme, bilinenin aksine en çok Çin ve gelişmekte olan ülkelerin lehine sonuçlar verirken, kendi ülkesinin ve elbette Avrupa’nın bundan yara alarak çıktığını, özellikle ülkelerin  en sağlam direğini temsil eden orta sınıflarının pastadan giderek daha az pay alarak göreceli olarak yoksullaşması gerçeğini göz ardı etmemek lazım.

Çin’in serbest ticaret ve küreselleşme nedeniyle ekonomisinde büyük düzelmeler yaşayıp, ticaret fazlası bile vermesi ve orta sınıfının gittikçe refaha kavuşması hep Batı’nin aleyhine işliyor.

Trump bu gerçekten hareketle bu döngüyü bozmak adına küreselleşmeye nokta koymaya karar veriyor. Müttefiklerinin bile gözlerinin yaşına bakmaksızın, agresif korumacı politikalara yöneliyor. İthalatı sınırlamak, üretimi içeri almak istiyor. Ancak bununla mücadele edeyim derken önüne çıkan her şeyi yok etmeye çalışan kararlarını nihilist bir karaktere dönüştürüyor. Kavga ediyor, tehdit ediyor, pazarlık masasında dirsek atıyor. Sonra dirseğini çeker gibi yapıp yeni bir saldırıya hazırlanıyor.

Müttefikleri ile birlikte hareket ederek Çin’e karşı daha güçlü, kapsamlı, mantıklı ve kararlı bir mücadele bayrağı dikeceğine, Avrupa’ya da sopa göstererek hem De Gaulle’ü haklı çıkarıyor hem de kendinden önceki başkanların gösterdiği, Avrupa ile dostluk ve dayanışma odaklı konvansiyonel pratiği de çöpe atıyor.

Trump’ın narsistik karakteri konuşmalarına da yansıyor. Çılgın gümrük vergileri karşısında şoka uğrayan dünya ülkelerinin, onunla ve ekonomi yönetimiyle konuşup bir orta yol bulma arayışlarından ise ahlaken çok sorunlu bir söylemle bahsediyor. Washington’da partisinin yıllık bağış toplama yemeğinde, “Siz de ne yaptığımı biliyorsunuz. Bu yüzden bana oy veriyorsunuz. Size söylüyorum, bu ülkeler bizi arayıp kıçımı öpüyorlar. Anlaşma yapmak için can atıyorlar” diyecek kadar etik sınırları bertaraf ediyor.

***

Donald Trump’ın, Amerikan Anayasa’sına göre mümkün olmadığı bilindiği halde şimdiden üçüncü kez başkan olma isteğinden bahsetmesi ve bunun için yollar aradığını ileri sürmesi onun Amok koşusuna ilelebet devam etme isteğini gösteriyor.

İktidarda kaldığı müddetçe içeride, dışarıda, herkeste bilinmezin getirdiği bir tedirginlik olacağı kesinlik kazanmış durumda.

Kim bilir Trump’ın nihilizmi, belki de kimilerini, konformizmin sıcak yatağında uyurken kendilerine getirip harekete geçirmeye yarayacak kısa ve orta vadede…  

Trump, çılgın vergileri açıkladığı güne, ‘kurtuluş günü’ ismi takmış.

Ama eğer herhangi bir U dönüş yapmaz veya müttefikleri ile birlikte daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir plan yapmazsa ‘kurtuluş günü’, ‘yıkım günü’ne dönüşebilir pekâlâ da.

 Zira, su uyur, ‘düşman’ uyumaz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün