Çağrının Gücü: Paydos

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
23 Nisan 2025 Çarşamba

Bu bir çağrı hikayesi. Tutkunun çağrısını duyma, ona uyma, çağrıyı dinleme ve tutkuyla bağlandığın işi gerçekleştirme hikayesi. Paydos çağrıya bir cevap. Ve Paydos çağrıyı dinleyerek yaşamanın hediyesi. Paydos anda yaşamanın, derin dostluk bağının, yaşamda zorluklarla dans etmenin hikayesi… Bilinmeyene tırmanmanın, cesaretin ve başarının hikayesi. Sonuçta tek bir hikaye gibi görünse de Paydos hikaye içinde hikayeler barındıran bir hikaye.

Peki ne mi Paydos? ‘Paydos’ İKSV İstanbul Film Festivalinin Yeni Bakışlar bölümünde ilk gösterimi yapılan, Müge Manuş’un yönetmeni ve yapımcısı olduğu, benim de çekim ve yapım aşamalarında merakla ve heyecanla kendisini uzaktan izlediğim filmi. Festival programında şöyle tanıtılmış: “Daha önce hiçbir tırmanış deneyimi olmayan Müge, hayatının en zorlu sınavlarından birine adım atar. Belçikalı tırmanışçılar Sander ve Maarten ile tanıştıktan sonra, Akdeniz’de ıssız bir koyda, dik ve ürkütücü bir kayalıkta açılan yeni bir tırmanış rotasına dahil olur. Ekip, aşılması zor görünen zirveye ulaşmak için doğanın zorluklarıyla, kendi korkuları ve fiziksel sınırlarıyla mücadele ederken, cesaret, dostluk ve aile bağları onları güçlendirir.”

Müge, sabahları kahve içmeyi alışkanlık edindiğim mekanda tanıdığım duru ve samimi, duruşuna, hayata yaklaşımına hayran olduğum arkadaşım. Reklam camiasında çalışıyor ve uzun metrajlı kendi filmini çekmenin hayalini kuruyordu. Tırmanışla hele de ‘duvar’ tabir edilen dağlara tırmanışla ilgisi yoktu. O denizlere aşıktı. Özgür ruhunun çağrısına uyarak kaptanlık eğitimi almış, teknesi ile tek başına denizlere açılıyor bu arada benim de ona hayranlığım artıyordu.

Derken bir sabah büyük bir heyecanla geldi kahveye. Heyecanı sesine yansımış, şakıyordu. Gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Hani elinizi uzatsanız o heyecanı avucunuza alabilirdiniz.

Sander Werelds ve Maarten Werelds… Belçikalı Werelds Kardeşlerin tutkularını gerçekleştirmelerine neden olan çağrı dağın, tırmanışın, bilinmezliğin ve arkalarından gelecek tırmanışçılar için yeni rotalar açmanın çağrısı idi. Tutkularını bir yaşam tarzı haline getirmişlerdi.  

Müge ile Werelds Kardeşlerin yolu bir müzik festivalinde kesişiyor. Rastlaşıyorlar, tanışıyorlar.  Müge, Werelds Kardeşlerin anlattıklarından, yaptıklarından heyecan duyuyor. Onların çağrısı Müge’ye yansıyor.

Derken Müge teknesi ile Ege’de süzülürken, Yunan adası Simi’nin arkalarında haşmetli, kıyıdan ulaşılamaz bir o kadar da keşfedilmeyi bekleyen bir duvar görüyor. Nefesi kesiliyor. Çağrının sesi yükseliyor ve üçünü yeniden buluşturuyor. Aylar süren heyecanlı hazırlıklar başlıyor. Müge İstanbul’da bir spor tesisinde tırmanış eğitimleri alıyor.

Bilinmeyene yürümek cesaret ister. Cesaret ise korkunun olmaması değil, korkuya rağmen hareket edebilme becerisidir. Müge sıfırdan yüze atlamanın cesaretini üstleniyor. Birlikte tırmanacağı arkadaşlara olan güven cesaretine güç katıyor. Çünkü diyor Sander “Tırmanışta çok özel bağlar kuruluyor. Kendinizi ekip arkadaşınıza mutlak surette bırakıyorsunuz. Zira tırmanırken hayatınız ekip arkadaşlarınızın elinde.”

Ve mücadele başlıyor. Ama Werelds kardeşlere göre mücadele yanlış kelime. Onlara göre dans başlıyor. Öyle diyorlar: “tırmanış bir danstır.” Kayayla konuşmak, onu dinlemek, onu anlamak gerek. Dokusunu, kokusunu, duyusunu ve duygusunu keşfetmek gerek. Kayayla bütünleşmek ve hikayesini dinleyerek kayada kaybolmak gerek. Ancak o zaman kayayı anlıyor, olduğunuz yerde olmaktan keyif alıyor, eğleniyorsunuz. Ancak o zaman kendinizi risk altında hissetmiyorsunuz. İşte o zaman doğru rotayı buluyor ve doğru sistemlerle ilerliyorsunuz. Zira kayanın cinsine göre tırmanış ve ‘boltlama’ yöntemleri de değişiyor. “Kayayla mücadele etmek yerine onu dinlemeyi, onunla akışta ilerlemeyi keşfettiğim gün özgürleştim” diyor film sonrasında sohbet ederken Sander. Anlıyoruz ki özgürlük zirveye ulaştığınız andaki hazda değil, daha çok süreçte. Özgürlük daha önce yapmadığınız bir şeyi yapabilme halinde. Özgürlük keşifte. Özgürlük çağrıya evet diyebilmekte. Hayatın akışında önünüze çıkan sürprizler karşısında benim de hep dediğim gibi korkuda durmak yerine heyecanlarınıza yürümekte. Tabi ki hazırlanarak. “Tırmanış bedenin tamamında -belki de daha önce hiç çalıştırmadığınız parmak uçlarınıza kadar tamamında- ciddi bir güç, sonsuz bir dayanıklılık, bedensel olduğu kadar entelektüel bir esneklik, keskin bir vizyon, uyanıklık, dağın ve ekip arkadaşlarının farkındalığı, korkularını ve reflekslerini kontrol edebilmeyi öğrenmeni, sezgilerinin açıklığını gerektiriyor.” “Bütün bunlar tam bir makine gibi birbiriyle uyum içinde ve doğru oranda olmalı. İşin güzelliği burada. Sander ve Maarten birbirlerinin sözlerini tamamlıyorlar. Onları dinlerken yüzlerinin ışıltısına dalıyorum. Dağla bütünleştikleri gibi birbirlerinin anlatımında da bütünleşiyorlar. Yine de “Dağda da teknede de mutlak bir ön hazırlık mümkün değil” diye ekliyor Müge, “Her an beklenmedik durumlar beklenmedik çözümler yaratılmasına gebe.”  Tıpkı yaşam gibi.

O yüzden Müge, bu bilinmezlik yolculuğuna elinde bir senaryo ile çıkmamış. Paydos, Müge Manuş’un akışta kalarak, çağrıya cevap vererek çektiği ilk uzun metrajlı filmi. Büyük çekim aletleri yerine cep telefonu ile gerçekleştirdiği bir film bu. Çekim açıları, doğallığı, samimiyeti, müziği ve kurgusu ile tırmanış boyunca kendisinin ve ekibin yaşadığı tüm duyguları, zorlukları, başarıları, dağda kurulan dostlukları, fiziksel ve düşünsel sınırları aşma çabasını ve daha nicesini izleyiciye filtresiz geçiren bir film. Paydos tek bir film, tek bir hikaye gibi görünse de neredeyse her cümlede, her sekansta yeni bir hikaye hatta bir hayat öğretisi keşfediyorsunuz. Benim yerim dar, bu kadarını anlattım. Film Festivali de bitti. Ama Paydos’u da, Müge’yi de radarınıza alın derim. Çünkü Paydos Müge’nin ilk zirvesi. Ama eminim sonuncusu değil. Görünen o ki Müge Manuş zirvelerine zirve katacak.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün