Kriz var, ruh sağlığı krizi…

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
23 Nisan 2025 Çarşamba

Bu yazının ilk biçimini kaleme aldığımda, ruh sağlığı krizi ve etkileri gençlerin hayatını etkilemekteydi. Günümüzde pandemi ile tırmanışa geçen ruh sağlığı krizinin yavaşlamaya başladığını bildiren yayınlar okumaya başladık. Ruh sağlığı krizi yatıştığında yerini ne alacağını bilemezken, hızla kendimizi içinde bulduğumuz savaş ve şiddet ekonomisi hayatımızı daha çok belirliyor. Ama gençlerin bugününü anlamak için hemen bir öncesindeki dönemi anlatmaya çalıştığım bu yazı buraya nereden geldik sorusunu cevaplamamıza yardım edebilir.

Pandeminin sonuna vardığımızda tam rahat bir nefes alacakken, özellikle gençlerin okula ve çalışma hayatına dönmekte zorlandıklarını, eskisi gibi hissetmediklerini, eskiden de harika hissetmeseler de ruhsal olarak berbat durumda olduklarını daha çok duymaya başladık. Bir yandan, meseleye kuşkuyla yaklaşanlar “Herkeste bir psikolojik problem mi var? Abartılıyor mu, bir kazanç kapısı mı oldu, bu da nereden çıktı?” sorularını getirirken, poliklinikler ve acil servislerden gelen bilgiler mevcut problemlerin daha da ağır biçimlerinin çoğaldığını, buna ek olarak çok sayıda yeni ‘daha hafif vaka’nın ruh sağlığı kliniklerinin, bu alanda çalışan uzmanların kapısında kuyruk olduğunu gösterdi. Mevcut kaynak ve yaklaşımlarla karşılanamayan bu ihtiyaç artışına ‘kriz’ demek abartı olmaz. Nitekim çok geçmeden iş dünyası dergilerinden sosyal politika enstitülerine kadar uzanan bir yelpazeden ruh sağlığı krizi alarmları geldi.

Ruh sağlığı krizi önce pandemi ile başlayan sonra finansal ve politik alana yayılan ana krizin üçüncü evresi. Kendi başına bağımsız bir problem değil, ruh sağlığı bozuklukları insanların kendilerinin beceriksizlikleri ya da olgunlaşmamışlıkları nedeniyle de olmuyor. Toplumsal değişikliklerin önemli bölümünün kontrolsüz dalgalar şeklinde gelmesiyle beraber kendi kontrolunu nasıl sağlayacağını bilemeyen insanların ruh halinin sürekli alarm vermesi ne kadar ya da ne zaman anormal sayılmalı?

Kaygı, geleceğin ‘doğal’ belirsizliğinin ve kısmen hesaplanabilir risklerinin beyin ve organizma üzerinde oluşturduğu ‘stres’ ile problemlerin çözümü için gereken hazır oluş düzeyini sağlar. Bu gözle bakınca kaygının kendisi bir ‘bozukluk’ değildir, değişebilecek koşullara uyum sağlamayı sağlayan, uyuma dönük etkileri olan bir duygu durumudur. Bir ruhsal bozukluk olarak kaygı bozukluğu ise bu uyum sağlama amaçlı ruhsal durum değişikliğinin aşırılaşması, kritik bir sınırı aşması ile tanımlanabilir. Beraberindeki düşünce ve davranış aşırılaşmalarının varlığı ile kişinin hayatını sürdürmesi için gerekenleri yapması zorlaşır, ya da imkânsızlaşır. Bu çok sayıda ‘aşırılaşma’ aynı zaman dilimi, aynı yer ve aynı kişide bir araya gelince ve pek geri gitmeyince, kaygı ve depresyon ruh sağlığı bozukluğu olarak ortaya çıkar. Bazı çocuklar ve gençler çocukluklarından başlayarak bu ‘aşırılaşma’ya daha yatkındırlar, kırılgan bir gelişim gösterirler ve dış etkenlerle kolayca sarsılırlar.

Bu durumun kök nedenleri arasında psikolojik, sosyal ya da biyolojik/genetik etkenler sayılabilir; ‘hangisi ne kadar katkıda bulunur’ konusu bir yana, neden olan etken hâlâ net bilmediğimiz (ama var olduğunu bildiğimiz) bir biçimde beyin gelişiminin ince ayrıntılarını belirleyerek kalıcı ya da uzun süreli etkisini gösterir.

Herkesin derdi ayrı ama ortak: Nasıl bir gelecek?

Gençlik ile ‘ruhsal özellikleri ve sorunları’ dediğimizde kendimizi içinde bulduğumuz her bir bağlama göre farklı şeyler söylemek mümkün. Örneğin, gündelik sosyal anket çalışmalarında ve plaza İK terminolojisinde ’Z kuşağı’ olarak adlandırılan kabaca 30 yaş altındaki gençlerin önceki kuşaktakilerle farkları ve çelişkilerinden ‘büyük istifa dalgası’na oradan da ‘işler arasında oradan oraya hoplama zıplama’ya uzanan daha global meselelerin ülkemize yansımaları ruh sağlığı perspektifiyle ele alınmaya değer.

Çok daha geniş ölçekte baktığımızda ise ruh sağlığını riske sokan tipteki yaşam zorlukları açısından yine bir ‘çeşitlilik’ var, okul hayatının dışına düşmüş, doğuştan veya sonradan gelişimsel engelleriyle mücadele içinde, azınlık ya da cinsiyet temelli ayrımcılığa ve saldırıya uğrayan, sığınmacı ve göçmen olmuş, suç işlemiş veya yoksulluğun sarmalını kıramamış, kısacası her birisi yaşamın birbirinden çok farklı ‘sillelerini yemiş’ gençlerin tam da bu yaşadıkları hayat ile doğrudan ilişkili olan sorunlar var. Yaşam sürelerini kısaltan alışkanlıklar, çevre düzenleri ve beslenme tarzları, belki daha önemlisi şiddetin her biçiminin gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş olması bilişsel gelişimlerini ve duygusal olgunlaşma süreçlerin yolundan saptırıyor.

Ekonomik ya da sosyal durumlarının nasıl gideceğine, nasıl bir hayat yaşayacaklarına ilişkin kaygıların zaten yaygın olduğu yaşlardalar. Bu kaygıyı yaşamamış olan azdır, güvencelerin varlığında bile hayatta yerimizin ne olacağını düşünmek tedirginlik yaratır. Ancak toplumsal güvencelerin yokluğu, güvenecek kimselerin kalmamış olması bu kaygının düzeyini yukarı çeker. Günümüzde hayattaki yerimizin ne olacağı sorusu artık yerini hayatta bir yerimizin olup olmayacağı sorusuna bırakmış gözüküyor.

Gelecekte hepimize yer olmalı

Gençlik kitlelerinde ruh sağlığı bozukluğu tanısını (henüz) almamış, ama çeşitli psikolojik zorlanma işaretleri veren kişiler için yapabileceklerimizi de düşünmeliyiz. Henüz kaygı evresinde olanlardan başlayarak geleceğimizin nasıl olacağını düşünmenin ya da dert etmenin bile ‘lüks’ geldiği bir geleceksizlik hissi ile iradesini kaybeden gençlere kadar uzanan geniş bir yelpazede yaşanan sorunlar var.

Yoksulluk, eşitsizlik ve şiddet toplumsal hiyerarşide kenarda, altta ya da aşağıda yer alanları elbette daha çok etkiliyor; ama doğrudan etkilenmiyor gibi gözüken ‘yukarı’dakiler, hele ve yine gençler, tanık oldukları durumlara seyirci kaldıkları ölçüde seyirci travması, ahlaki incinme yaşıyorlar.

Gençleri hamasi sözlerle teselli etmek, ya da kaderin getirdiklerine razı etmek çözüm değil, bunu herkes görüyor. Ama ruh sağlığı krizinin ruhsal bozuklukları arttırıcı, ortak toplumsal yaşamımızı sarsıcı sonuçlarının önüne geçmenin, gençlerin ruh sağlığını korumanın yollarını bulmamız gerekiyor.

Gençlerin ruhsal durumlarının en fazla etkilendiği dönemde genç olmayanlara, ‘yaşlılar’a düşen görevler var. Bu görevlerin ilkini yapmalı, durumun adını çekinmeden koymalı: Kriz var! Sonra gençlerin olduğu yerleri, başta okulları, işyerlerini ve evleri anlamlı ilişkilerin kurulup korunabildiği, güvenebilecekleri kişilerle birlikte olabildikleri, kendilerini güven içinde ifade edebildikleri ve geliştirebildikleri yerler haline getirmek için iş başına geçmeli.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün